GAÜ SİYASET BİLİMİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ ZENGİN, NAVTEX İLANLARI VE DOĞU AKDENİZ GERİLİMİ HAKKINDA MAKALE YAYINLADI

Haberler

GAÜ'DEN

GAÜ SİYASET BİLİMİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ ZENGİN, NAVTEX İLANLARI VE DOĞU AKDENİZ GERİLİMİ HAKKINDA MAKALE YAYINLADI


Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Siyasal Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencisi Murat Can Zengin, Navtex İlanları ve Doğu Akdeniz Gerilimi hakkında bir makale yayınladı.

Murat Can Zengin’in yayınladığı makale şu şekilde;

“Tarih boyunca enerji ve su kaynaklarına erişim ve hâkimiyet, savaşların ve çatışmaların önde gelen nedenlerinden biri olmuştur. Akdeniz, bu açıdan da kendisini çevreleyen coğrafyadaki enerji talebiyle enerji arzının tam kalbinde yer alması nedeniyle mücadele sahası olmaya devam edecektir. Oruç  Reis sismik araştırma gemisinin Libya Türkiye hattının doğusunda ki çalışmalarını Yunanistan itiraz şikayet ve tehditleri sonucu  Almanya’nın araya girmesi neticesinde 21 Temmuz’da  iptal ya da ertelenmesinin vahim sonuçları olmuştur. Öncelikle Türkiye- Libya hattının doğusunu dahi maalesef tartışmalı ya da müzakere edilebilir hale dönüştürmüştür. Yani Oruç Reis’ in çekildiği Navtex bölgesi Meis ve Rodos bölgesinde değildir. Libya-Türkiye hattının doğusunda olduğu gibi Meis’in de güneyindedir.  Bölgede ki ülkelerin peş-peşe yaptığı açıklamalar haliyle Doğu Akdeniz’deki gerginliği hat safhaya çıkartıyor. Olay sadece Mavi Vatandaki deniz yetki alanları çıkar çatışması değil.  Esas olay Türkiye’nin Akdeniz medeniyetinden uzaklaştırılma olayıdır. Türkiye esasında bakacak olursak buna meydan okuyorDoğu  Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon kaynakları, özellikle de doğalgaz rezervleri, bölgenin içinde bulunduğumuz yüzyılda bu denize kıyıdaş ülkeler arasında önemli bir paylaşım mücadelesine sahne olacağına işaret ediyor. Akdeniz’deki deniz yetki alanları bazı bölgelerde ikili anlaşmalarla düzenlenmiş durumda. Üçüncü bir ülkeden itiraz gelmediği sürece bu sınırlar geçerli kabul ediliyor. Ancak üçüncü bir ülke karşı çıktığı noktada anlaşmayla çizilen sınırlar da ister istemez bir anlaşmazlığın konusu haline geliyor. Örneğin, Türkiye-Libya anlaşması Yunanistan ve Mısır’ın itirazıyla karşılaşıyor. Benzer şekilde, Türkiye de Yunanistan-Mısır anlaşmasını tanımadığını söylüyor.  Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mısır’la ‘Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’ imzalaması bir ilk oldu. Kıbrıs Rum Yönetimi, ardından AB’ye tam üye olduğu zaman batıda kilometrelerce genişleyen bir MEB ilan ederek Akdeniz’de önemli bir hak iddiası ortaya attı. Kıbrıs Rum Yönetimi, bunu izleyen dönemde Lübnan’la ve İsrail ile MEB anlaşmaları imzaladı. KKTC bu anlaşmaları tanımıyor. KKTC’nin sismik araştırma faaliyeti için ruhsat verdiği bölgelerle Kıbrıs Rum Yönetimin ruhsatlı parselleri birçok yerde çakışıyor. Türkiye, Mısır-Yunanistan ikilisinin attığı bu adıma geçen pazar akşamı Oruç Reis sismik araştırma gemisini Akdeniz’in ortasına göndererek karşılık vermiştir. 

 

Oruç Reis, savaş gemilerinin refakatinde bu Navtex ilan ettiği bölgede Türkiye’nin kıta sahanlığı olarak gördüğü bölgede faaliyetine başlamıştır. Yunanistan ise Oruç Reis’in araştırma bölgesinin kendi kıta sahanlığı üzerinde olduğunu belirterek yürütülen çalışmaya şiddetle itiraz ediyor ve zaman zaman taciz girişimlerinde bulunuyor.. Bu itirazın temel dayanağı, yine Meis adasına kıta sahanlığı atfedilerek buradan başlayan kıta sahanlığın Akdeniz’in ortasına kadar genişletilmesidir.  Türkiye’nin hamlesi Yunanistan’ın bu tezini kabul etmediğini oldukça etkili bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira Yunanistan bizim Doğu Akdeniz’de muhatabımız değildir, olamaz. Aramızda bir sorun yoktur. Sadece Yunanistan’ın bizim hakkımız olan deniz alanından talebi vardır. Uluslararası hukuk kararlarına aykırı şekilde adalarına Münhasır Ekonomik Bölge tanımlamaya çalışan Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de müzakere edilecek herhangi bir deniz etki alanı paylaşımı müzakere edilecek bir husus olamaz. Eğer böyle bir müzakerenin olduğunu varsayarsak bu durumda Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı muhatap alarak müzakere etmek demek, Yunanistan’ın taleplerini nasıl karşılayacağımızı konuşmak, hakkımız olandan ne kadarını vereceğimiz manasını kaçınılmaz kılar. Yani Libya Anlaşmasını ortadan kaldırmak demektir. Sonuç olarak Akdeniz’e kıyıdaş olan ana aktörlerin tezleri arasındaki farklılıklar kolay kolay giderilebilecek gibi durmuyor. Ayrıca, anlaşmazlıkların çok sayıda tarafının olduğu dikkate alındığında bulunabilecek çözümlerin ikili değil çoklu müzakereleri gerektireceği de aşikâr. Gerçekçi bir şekilde bakarsak, diplomasi yoluyla bir çözüm kısa vadede ufukta görünmüyor. Bu durumda Akdeniz’in önümüzde ki dönemde bir yüksek gerilim hattı olarak uluslararası politikanın gündemine yerleşeceğini söylemek hata olmaz. Bu gerilimin ne kadar kontrol altında tutularak idare edilebileceği ve kimlere zarar verebileceğini de yine önümüzde ki dönemin en hassas, öncelikli sorularından biri şeklinde belirmektedir. Milletimizin bilmesi gereken bir husus vardır ki; Türkiye’nin taşı, toprağı veli nimettir. Bizim kimseye vereceğimiz bir avuç toprağımız yoktur.